EMIR HAN-OĞLU HARUN
KUZEY- SURIYE´DE ILK TÜRKMEN EMİRİ
Dr.Muhtar Fatih BEYDİLİ
Selçukluların bir devlet kurmalarını sağlayan ünlü Dandanakan meydan savaşından (23 Mayıs 1040) sonra ilk Selçuklu fetih ve genişleme eylemleri, özellikle batı yönünde, büyük bir gelişme göstermiştir.
Bu cümleden olarak, gerek ilk Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey´in, gerekse Selçuklu prens ve emirlerinin Rey, ve Isfahan bölgeleriyle Azerbaycan ve Irân ülkelerinden sonra Bizans egemenliğindeki Anadolu´ya da akınlara girişmeleri sonucunda bu ülkedeki Selçuklu askeri harekâtı Malatya ve Sivas kentlerine değin uzatılmış oldu.
Önceden hazırlanan planlar uyarınca yürürlüğe konan bu istilâ ve fetih hareketlerine katılan Selçuklu emirlerinden bazıları, çeşitli nedenlerle, XI. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak buyrukları altında bulunan atlı kuvvetlerle, Mısır Fatımi devletinin egemenliğindeki Suriye ve Filistin´e inerek bu ülkelerin fethinde ve daha sonra burada kurulan Selçuklu devletinin temellerini atmada önemli roller oynamşlardır.
Kaynaklarda verilen bilgilere göre, Suriye ve Filistin´e ilk Türk girmelerini yapan belli - başlı emirler, Han oğlu Hârun ,Kurlu, Atsız, Şöklü, Afşin ve Sunduk (ya da Sandak)´tur.
Biz bu küçük araştırmamızda, yalnızca, Kuzey - Suriye´ye "ilk Türk Girişi"ni temsil eden Han-oğlu Hârun´un siyasal ve askeri eylemlerinden söz edeceiz.
Suriye´ye ilk Türk girişi, Han-oğlu Hârun´un buyruğu altındaki Türkmen (Oğuz) athlariyle birlikte Halep bölgesine gelmesiyle başlar( Hârun´un Suriye´deki eylemleri hakkında ayrıntılı bigi veren -Ibnü´l - Adim, "Bu, (yani Hârun´un Suriye´ye gelişi) Sur ye´ ilk Türk girişi idi" (Zübdetii´l - Haleb, I, 295) demek suretiyle bunu özellikle belirtmiştir ).
Ünlü Halep tarihçisi Kemâlüddin ibnü Adim´de bulunan bir kayda göre, adı belirtilmeyen bir Türk hükümdarın oğlu olan Hârun,(Görüldüzü üzere, adı ilgili hiç bir kaynakta belirtilmemiş olmasına karşın, M. H. Yınanç (Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, 1 Anadolu´nun Fethi, istanbul 1944, s. 60), kaynak göstermeksizin bu hükümdarın Türkistan Hakan: Tamgaç Han olduğunu ifade etmiştir ), Ibnül - Adım´in (Zübdetifl - Haleb I, 294), Hârun´un "Bir Türk hükümdarının oğlu" olarak belirtmesi yanında, Sıbt´ta (S. 122) "Emfrü´l - Guzz" ve "Türkmani" , Ibnü´l-Esir´de (IX, 233) "Türkmani " ve Ibnü´l Kalânisi´de (Zeylü Tarihi Dımaşk, Yay. H. F. Amedroz, Leyden 1908, s. 93) ise "et-Türki" olarak vasıflanmıştır.
Babasına kızarak ondan ayrılma, Azerbaycan üzerinden, Anadolu´daki Selçuklu askeri harekâtını yöneten prens ve emirler arasında, Selçuklu hizmetinde olarak, beraberinde bulunan bin atl ile birlikte Diyarbekir bölgesine gelmiştir.
Bu sıralarda Diyarbekir bölgesi´ Kürt asıllı Mervan oğulları beyliğinin yönetiminde idi. Bu ailenin Âmid hâkimi emir Said´in ölümü üzerine, kent bu eserin müstensihi, Ibn Han´ı Ibn Hâkan olarak düzeltmiştir. Fakat eserin yaymlayıcısı, metinde daima Ibn Han´ı tercih etmiştir.
Bütün bunlarla birlikte yine Zübdetü´l - Haleb´in bir yerinde (II, 9) Ibn Han´m adı "Melik Hârun" olarak kaydedilmiştir.
İlerigelenleri, oğlunu Mervanh tahtına oturtmuşlarsa da onun küçük yaşta olması dolayısiyle emirliğin yönetimini kent kadısı Ebu Ali b. Bagal üzerine almıştır.
Bununla birlikte emir Said´in kardeşi Meyyafârikin (Silvan) emiri Nizamüddevle Nasr´ın ele- geçirmesinden kaygı duyan kadı Ebû Ali, bu sıralarda Diyarbekir bölgesinde bulunduğunu gördüğümüz Harun´u yardıma çağırdı ve böylece, Nasr´ın girişmesi muhtemel bir harekatına karşı daha kuvvetli bir duruma geçmiş oldu.
Fakat öte yandan, Aimid´i de kesinlikle kendi egemenlinine almak isteyen Nasr, kardeşinin dul karısını evlenme ve para vadi ile ikna ettikten hemen sonra Ebû Ali´nin yönetimindeki Amid üzerine yürümüştür.
Durumun ciddiyetini anlayan Harun, sür´atle .Aimid´den uzaklaşmış ise de yolda kalabalık Arap Temim - oğulları kabilesinin saldırısına uğramış ve onlar tarafından tutsak alınmştır (Büyük Mudar kabilesine bağlı olan göçebe Temim kabilesinin yurtları, Arabistan´ın doğu bölgesinin büyük bir kısmı ile, aşağı- yukarı bütün Necd´i, Bahreyn ve Yemâme´nin bir bölümünü kapsamakta idi ki, sınırları güneyde Dehne bozkırlarına, kuzeyde ise Fırat Irmağı kıyılarına dek uzanıyordu. Genel bilgi için bk. 1A. "Temim" mad. ).
Hârun´un Diyarbekir bölgesindeki eylemleri hakkında bilgi veren tek kaynağımız olan Sıbt´daki kayıtlar pek tatmin edici değildir. Bin Türkmen atlısına sahip olduğu belirtilen Hârun´un Temim - oğulları kabilesi ile savaşmamış olması bizce olanak dış görünmektedir. Aksi halde onun, ancak birkaç yakını ile Âmid´den ayrıldıktan sonra tutsak alınmış olabileceği düşünülebilir.
Kaynaklarda anlatılan ve sonradan cereyan eden olaylar zincirinden anlaşıldığına göre, Temim - oğulları kabilesinin tutsaklığından kurtulan Harun, buyruğundaki Türkmen atlılarıyla Diyarbekir bölgesinin güneyindeki Bizans uçları´nda (suğür) gaza amaciyle alanlara başlamıştır.
Öyleki, bu akınları durdurmada güçlük çeken uçlardaki kent halkı, Harun´un istediği mal ve paraları vermek suretiyle onunla anlaşma yapmak zorunda kalmakta idi. Hattâ Bizans İmparatoru Konstantin X. Dukas, Hârun´un, Bizans topraklarına yapmakta olduğu akınları durdurmak için, onu Bizans hizmetine geçmeye ikna etmiş ve böylece uç bölgelerine akınlar yapan öteki Selçuklu birliklerine karşı kullanma denemesinde bulunmuştur.
Bununla birlikte Hârun´un, Bizans topraklarına birkaç akın yapmasına karsın imparator´un, uç bölgelerini kısmen de olsa savunma amacıyla, onu Bizans hizmetinde tutmakta fayda gördüğü anlaşılmaktadır". Böylece Hârun, Bizans uç bölgelerinin savunmasında görev yapmakta iken, Halep Mirdas - oğulları beyliği tahtında bulunan ve fakat tahtın öteki müddeisi ve özellikle Arap Kilâb-oğulları kabilesinin bir kısım kuvvetlerine sahip olan yeğeni emir Mahmud´un Haleb´e karşı herhangi bir saldırısından ciddi olarak kaygılanan Esedüddevle Atiyye tarafindan yardıma çağrıldı". Çağrıyı derhal kabul eden Harun, atlılarıyla birlikte uç bölgesinden ayrılıp Halep yörelerine gelerek kentin el-Hâzır semtine konmuştur. Sıbt b. el-Cevzi´deki bir kayda göre", emir Atiyye, Hârun ve atlılarının çeşitli giderleri için, her ay 11 bin altın vermeyi kabul etmiştir (H. 456/57 = 1064/65) .
Hârun ve Türkmenlerinin, başka bir deyimle Arap olmayan bir zümrenin, emir Atiyye´nin müttefiki olarak Haleb´ e gelmesi, Kuzey - Suriye´de, özellikle Halep bölgesinde, cereyan eden olaylarda daima önemli roller oynayan kalabalık Kilâb - oğulları kabilesi üzerinde hiç kuşkusuz Atiyye aleyhine olumsuz bir etki yapmış olmalıdır.
Nitekim kendi siyasal emelleri yan~nda, bu durumdan faydalanmasını bilen Halep tahtının öteki müddeisi Mahmud, çok sayıda Kilâb - oğulları kabilesi kuvvetleriyle Haleb´ e yürümüş, fakat özellikle Hârun´un kenti başarılı bir biçimde savunması sonucunda geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu yenilgi üzerine Mahmud, taht iddiasından vazgeçmemiş, ancak Halep, Rahbe, Menbiç, Azâz, Bâlis ve yöreleri amcası Atiyye´nin, başta Esilrib olmak üzere, eskidenberi elinde tuttuğu yerlerin de yine kendisinde kalması koşulları altında amcası ile barış yapmak zorunda kalmıştır (Muharrem 457 = Aral~k / Ocak 1064/65) .
Böylece yeğeni Mahmud ile şimdilik anlaşmazlığı sona eren Atiyye, Halep yerli muhafız askerleri (Ahdâs) ve Hârun´un kumandasındaki Türkmen atlarıyla birlikte Antakya´ya bağlı Bizans topraklarına akınlar yapmış, bu arada, yine bu bölgede bulunan remniin kalesini feth ile birçok ganimet elde ettikten sonra Haleb´ e dönmüştür. Bizanslılara karşı ilk kez yöresel olarak kazanılan bu küçük başarı üzerine, kent dışnda el-Hâzır semtinde konakladığnı belirttiğimiz Hârun ve addan emir Atiyye ile birlikte Haleb´ e girdiler.
Bununla birlikte Atiyye, bundan böyle yaşamlarını kent içinde sürdürmeyi istedikleri anlaşılan Hârun ve Türkmenlerinin, kenti elegeçirmeyi amaçlayan herhangi bir hareketinden kuşkulanmaya başladı.
Ayrıca Halep halkı da silahlı ve Arap olmayan bir unsurun aynı sosyal haklarla aralarında birlikte yaşamalarına pek yandaş görünmüyorlardı. işte bütün bu nedenlerin etkisi altında kalan emir Atiyye, bir gece, Harun´un Türkmenleri uykuda iken Halep muhafizlarına emir vererek Türkmenler üzerine bir baskon düzenledi.
Halep muhafızları, giriştikleri bu gece baskını sırasında bir kısım Türkmen askerini öldürdükten başka at ve silahlarından da pek çoğunu yağmaladılar (Safer 457 = Ocak / şubat 1065). Böylece müttefiki durumunda bulunan emir Atiyye´nin ihanetine uğrayan Harun, kendisini güvencede görmeyerek atlarıyla birlikte Haleb´den ayrılmak zorunluluğunu duydu.
Kentten ayrılırken bu sırada kalede bulunan Atiyye´ye: "Ey Atiyye, bana ve adamlarıma zulmettin, Tanrı adına and içerim ki, seni en feci bir biçimde o kaleden aşağıya indireceğim" diye yüksek sesle bağrdıktan sonra doğu yönüne hareket etti.
Hârun´un Türkmen atlılarından bir bölüğü, Fırat ırmağını geçip Elcezire topraklarına girmişlerse de buralarda yurt tutmuş olan Nümeyr - oğulları kabilesi´nin...
(Fakir ve geçim olanaklarından yoksun olmaları nedeniyle eski zamanlardan beri yağma ve yolkesicilik yapmakla ünlenen bu kabile, Arap yarımadasında, remâme´nin batısında, bu bölge ile Himd Zerta arasında aşlması güç, verimsiz arazide oturuyorlardı. Bununla birlikte Arap kabileleri arasında Nümeyr adını taşyan küçük guruplar da görülmektedir.
Efrezire´de oturan söz konusu bu Nümeyr - oğullart´nın hangi kabileye bağlı olduğunu bilemiyoruz. Bununla birlikte bu kabile de, başka Arap kabileleri gibi, Güney - Arabistan´dan Elcezire´ye göç edip yerleşmiştir. Genel bilgi için bk. IA. "Nümeyr" mad. )
... saldırılarına uğramış ve yaşma edilmişlerdir. Bu yaşma ve saldırıdan kurtulabilenler geri dönüp Fuat´a yaklaştıkları sırada bu kez çok sayıda" bir Bizans kuvvetine rastladılar.Ibnü´l-Adım´in ifadesine göre , hiçbir kayıp vermeden Fırat´ı geçmeyi başaran bu Türkmenlerle Bizanslılar arasında bir çarpışma yapılmş ve hattâ çok sayıda Bizans askeri de öldürülmüştür.
Bu Türkmen - Bizans çatışmasından sonra, bu kez bu bölgede oturan . Kariz - oğulları, Kab - oğulları vs. gibi bazı Arap kabileleri de Bizanslılarla çarpışmışlardır . Hârun´a bağlı bu Türkmenlerin daha sonraki eylemleri, ya da Hârun´un buyruğu altına yeniden girip girmedikleri konusunda hiçbir bilgiye sahip değiliz.
a) Hrun´un emir Mahmud ile işbirliği
Halep emin i Atiyye´nin ihanetine uğraması nedeniyle Türkmen atlarıyla Haleb´ den ayrılan ve yukarıda anlatılan çeşitli olaylar dolayısiyle kuvvetlerinden bir kısmını yitiren Hârun, bir süreden beri Halep Mirdasi emirliği tahtını elegeçirmek isteyen, fakat başarılı olamayan emir Mahmud´a ulaklar göndermiş ve "daha önce amcası ve rakibi emir Atiyye ile birlikte kendisine karşı çatışmaya girişmesi nedeniyle ondan özür dilemiş, şimdi ise kendisine yardıma hazır olduğunu" bildirmiştir.
Esasen içinde Halep tahtma sahip olma emelini saklayan emir Mahmud, Hârun´un bu önerisini kabulde hiçbir sakınca görmemiştir. Bunun üzerine Hârun, beraberindeki athlarla bu sırada Sermin´ de bulunan Mahmud´a katılmıştır . Çok geçmeden Hârun, onunla birlikte Trablus - Şam´a gidip yeniden geri döndükten sonra" Haleb´i elegeçirme hazırlıklarına başladılar.
Uzun bir süreden beri Haleb tahtım elegeçirmeyi başaramayan Mahmud, buyruğu altına aldığı çok sayıdaki Kilab - oğulları kabilesi kuvvetlerinden başka bu kez Hârun´un Türkmen atlılarnın da yardımını sağlamak suretiyle, yeğeni Atiyye´ye karşı daha güçlü bir duruma gelmiş oldu. Arap kuvvetleri ve kendisine katılan birtakım Türkmen enlerle daha da kuvvetlenen Hârun´un yönettiği atlarından oluşan kalabalık bir ordu ile harekete geçen Mahmud, Haleb´in kuzeyindeki Mercüdâbık yönüne doğru ilerledi.
Amcasının hareketini yakından izlediği anlaşılan emir Atiyye, özellikle büyük Kilab - oğulları kabilesinin Amr b. Kilâb gurubuna bağlı Ebû Avf kolu ile öteki Arap kabilelerinden derlediği kuvvetlerle Mahmud ve Hârun´un kuvvetlerine karşı saldırıya geçti. Her iki taraf arasında Mercüddbık yörelerinde yapılan savaşta (11 Cumadelâhır 457 = 20 Mayıs 1065) Atiyye bozularak geri çekilmiş ve derhal Haleb´i savunma hazırlıklarına girişmiştir.
Fakat öte yandan Atiyye´yi yakından izleyen emir Mahmud ve Harun, ivediyle gelip Haleb´i kuşatmaya başladılar. Atiyye ´nin kent içinde bol miktarda yiyecek maddeleri depo etmesi nedeniyle kuşatma 102 gün gibi uzun bir zaman sürmüş, fakat sonunda başgösteren yiyecek sıkıntısı ve özellikle Türkmen askerlerinin hiç gevşemeden kuşatmayı şiddetle ve inatla sürdürmeleri sonucunda, kent savınması daha fazla dayanamamıştır.
Savunmayı bizzat yöneten Atiyye ve kent ilerigelenleri, daha önce Hârun ve Türkmenlerine yaptıkları ihanetin karşlıksız kalmayacağı kuşkusuyla emir Mahmud´a bir ulak gönderip "Türkmenlerin kente girmelerine izin vermemesi koşulu ile Haleb´i kendisine teslim edeceklerini" bildirdiler. Hârun ve Türkmenlerinin Haleb´e girmeleri halinde kendi durumunun da sarsılabileceğini düşünen Mahmud, Atiyye´. nin bu önerisini içtenlikle benimsedi ve Ramazan 457 ortalarında (Ağustos 1065 sonları) Haleb´e girerek egemenliğini ilan etti. Atiyye ile yaptığı anlaşma gereğince, kendisinin, Halep ve güney yörelerini almasına karşılık ona, Rahbe, Azâz, Menbiç, Balis ile Haleb´in kuzey ve .......
(halife adına ona çeşitli lâkaplar tevcih etmesi (Zübdıtı-Halep, I, 297), bu seyahatin, onun Fatimilerden Halep kuşatması için yardım isteği ile ilgili olması düşünülebilir.)
.....doğusunda bulunan bütün toprakları verdi. Gerçekten emir Mahmud, Atiyye ile yaptığı anlaşmaya sadakat göstererek Harun ve Türkmenlerinin Haleb´e girmelerine izin vermeyip onların kentten uzak kalmalarını sağlamak amaciyle, Hârun´a Ma´arretünnu´man´ ıkta olarak vermiştir . Hârun, buyruğunda bulunan Türkmen atlılarından başka, Ibnü´l-Adim´in belirttiği gibi , kendisine katılan Türk, Uç´lu , Deylemli ve Kürtlerden bin kişilik bir kuvvetle ve bütün ağırlıklariyle Ma´arretünnu´man´a gelip kentin namazgâhına konmuştur (H. 457 = 1065) .
Hârun ve askerlerinin ıkta sahaları olan bu kentteki eylemleri hakkında elimizde bulunan kaynaklarda fazla bir bilgiye rastlayamıyoruz. Yalnız I bnü´l-Adim, Hârun´un, çoğunluğu Türkmen olan ve çeşitli unsurlardan oluşan askerlerinin bu bölgede hiç bir yaşma eyleminde bulunmadıklarını, Araplara ait bağ ve bahçelerden gerekli bütün yiyecek maddelerini ancak para karşılığında aldıklarını, hattâ hayvanlarını dahi parayla sulattıklarnu özellikle belirtmektedir .
Yaşma ve el koymaların daima olaşan bir eylem halinde görüldüğü bir devirde Hârun ve askerlerinin bu dürüst davranışlarına karışlığında Ma´ arretünnu´man halkı onlardan son derecede kuşku ve korku duymakta idiler.
Bu nedenle, kent ileri gelenlerinin emir Mahmud´a başvurması üzerine olsa gerek, Hârun´a Ma´arretünnu´man yerine adı belirtilmeyen başka bir yöre, ya da kent ıkta olarak verilmiştir. Yukarıda görüldüğü üzere, Halep Mirdasi tahtını birkaç başarısız girişimlerden sonra ancak Hârun´un destek ve yardımiyle ele geçirmeyi sağlayan emir Mahmud, yine onun kuvvetleri sayesinde Halep´deki egemenliğini güvence altında sürdürebiliyor ve böylece kendisini daha güçlü hissedebiliyordu.
Bunun ilk belirtilerinden biri olarak Mahmud, H. 459 (1065) yılı başlarında beraberinde atlılariyle Hârun ve Ebu Bekr b. Kilab - oğulları ailesinden Auf - oğulları kuvvetleri olduğu halde, harekete geçerek bu sıralarda Humus´ta bulunan Atiyye´nin, kendisiyle savaşması için, birtakım ilişkiler kurduğu bazı Kilâb - oğulları kabilelerine karşı bir sefer düzenlemiştir.
Ancak söz konusu girişimlere karşın Atiyye, kendi yüzünden Arapların yeniden kanlarının akmaması ve Mirdasi ailesinin çökmemesi amaciyle Mahmud ile savaştan kaçınmştır .
Hama yörelerinde giriştiği bu küçük harekâtdan sonra Haleb´e dönen Mahmud, metbuu Mısırı Fahmi halifesi el-Mustansır´dan özel ulaklarla gönderilen bir mektup almıştı (Muharrem 459 = Kasım/ Aralık o66). el- Mustansır bu mektubunda "Hazineye para göndermesini, komşusu bulunduğu Bizans ülkesine gaza yapmasını ve nihayet Harun ve Türkmenlerini Halep´ten uzaklaştırmasını bildiriyordu.
Emir Mahmud halifeye gönderdiği yanıtta, "Haleb´i amcası Atiyye´den almak uğruna pek çok borca girdiği için elinde para kalmadığını, borcu bitince istenilen parayı göndereceğini" belirttikten sonra "Bizans´a gaza yapmak istediğini ancak onlardan, oğluna karşılık borç para aldığını, borcunu ödeyip oğlunu kurtardıktan sonra gaza harekatına girişebileceğini" bildiriyor ve nihayet "Hârun´un kendisinden kuvvetli olduğunu, ondan, idare etmek suretiyle faydalandığını ve böylece, muhtemel herhangi bir tehlikeli hareketinden korunduğunu, eğer Türkmenlerin Halep´ten uzaklaştırılması kesinlikle isteniyorsa o zaman çok sayıda bir kuvvetin Haleb´e gönderilmesini ve kendisinin de onlara katılabileceğini" ifade ediyordu.
Mahmud´un yanıtını alan halife, derhal bu sıralarda Dımaşk´ta vali bulunan Emirü´Lcüşü Bedrülcemâll´ye bir mektup göndererek "Emir Mahmud´un itaatten çıktığını ve Iraklılara (sünnilere) yakınlaşması nedeniyle ona karışı yürüyüp savaşılması gerektiğini" bildirdi.
Bunun üzerine Bedrülcemâli, Mahmud´un Rahbe´de bulunan amcası Atiyye´ye "Derhal Haleb´e yürümesini ve kendisine yardımcı olacağını" bildirmesinden hemen sonra Atiyye, beraberindeki ´kilab oğulları kuvvetleriyle birlikte Haleb´e yürümek üzere Hama´ya geldi. Bunu haber alan Mahmud, Hârun ve Türkmenleriyle birlikte Halep´ten çıkarak Atiyye´ye katılmalarını önlemek amaciyle, kendisinin müttefiki durumunda olan bir kısım Kilalb - oğulları kabilesinin obasına kondu.
Mahmud ve Atiyye arasında çarpışmalar başlamak üzere iken kadı Ibn Ammâr aralarIna girmiş, her ikisi tarafından kabul edilen, Mısır - Fatma Halifesini metbû tanımaları, Haleb´e karşılık Atiyye´ye Rahbe ve Bâlis´ten başka, Rakka ve Fırat ırmağın´ın bir kısım yöre´erinin verilmesi koşullariyle bir anlaşma yapmayı başarmıtır". Böylece emir Mahmud, Halep´teki egemenliğini koruduktan başka, metbûunun bir ültimatom niteliğini taşıyan isteklerinin hiç birisini yerine getirmemiş oluyordu.
b) Hârun´un Bizanslılarla savaşları
Hârun, görüldü~ü üzere, emir Mahmud´un Hama yörelerinde oturan kendisine muhalif Araplara karşı giriştiği bir sefere katıldıktan sonra buyruğu altındaki Türkmen atlıları ve yine kumandası altına verilen bir kısım Kildb - oğulları kabilesi kuvvetleriyle birlikte harekete geçerek Haleb´e bağlı olmasına karşın Bizans egemenliğinde bulunan ünlü Artah kalesi üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamştır.
Çok sayıda Hıristiyan halkın yaşadığı ve ileri gelen Hıristiyan yöneticilerinin de burada bulunması nedeniyle Artah kalesi inatla savunuluyordu, ayrıca kalenin sağlam surlara sahip olması dolayısiyle de kuşatma savaşı sürüp gidiyordu. Beş aya yakın bir süre devam eden kuşatma harekatı sırasında bir Bizans kuvveti gelip Artah´ın Antakya Kapısı tarafina konmuştu.
Bizans komutanları Artah ve öteki bazı Bizans toprakları hakkında Harun ile anlaşma önerisinde bulunmuşlarsa da ondan olumlu bir yanıt alamamşlardır. Kuşatmayı sürdüren Harun 27 şaban 460 (1 Temmuz 1068) tarihinde direnişi kırarak Artah´ı saldırı ile elegeçirmeyi başardı .
Ibnü´Adim kuşatma savaşı sırasında üç bine yakın Bizans askerinin öldürüldüğünü, kale içinde bulunan pek çok malın ele geçirildiğini ve çok sayıda da tutsak alındığını belirtmektedir. Bizans´in Antakya savunması bakımından önemli bir yeri olan Artah kalesinin fethi, islâm sınırlarının Antakya´ya biraz daha yaklaşması ve özellikle Halep bölgesinin güvence altına alınmış olması yönünden büyük bir kazanç olmuştur.
Artah´in fethinden hemen sonra yine bu yörelerde bulunan
Romanos Diogenes, Bizans Imparatorluğu tahtına geçtikten sonra Anadolu´daki Selçuklu askeri harekatın´ durdurmak ve ayrıca Kuzey - Suriye´de yitirilen Bizans topraklarını geri almak amaciyle, 1068 yılı yazında büyük bir ordu ile sefere çıktı.
Diogenes, Anadolu´da birtakım askeri hareketlerde bulunduktan sonra Malatya üzerinden Kuzey - Suriye´ye geldi. Burada ordusunu bir süre dinlendirdikten sonra Halep bölgesini yağma akınlarına uğratmış ve çok geçmeden de bir kısım askerlerini bu bölgede bırakuktan sonra, yine bu bölgenin en önemli kalelerinden birisine sahip olan Menbiç üzerine yürüyüp kuşatmaya başlamştır.
Imparatorun hareketini daha önce haber alan kent halkının büyük bir bölümü, ivedilikle Haleb´e kaçıp sığınmayı başarmşlardı. Imparator şiddetle sürdürdüğü kuşatma savaşından bir süre sonra Menbiç´i ele geçirdi. Kenti savunan askerlerin silahsız olarak kenti terk etmesine karşın Amertice (Amertikes = Umür - Tigin?) adlı bir Türk Emiri, Türk ve Arap kuvvetleriyle direnmeyi sürdürüyordu.
Fakat İmparatorun üstün kuvvetleri karşısında o da fazla dayanamayarak teslim olmak zorunda kaldı (H. 461/2 = 1068/69).
Romanos Dioge ne s´in. Halep bölgesinde yağma ve yıkım akınlarını sürdürmesini Halep için tehlikeli bulan emir Mahmud, Hârun´un komutasındaki Türkmenlerle Araplardan .Kilab - oğulları kabilesinden— oluşturduğu bir orduyla harekete geçerek Haleb´in kuzey bölgesinde Diogenes tarafından bırakılan Bizans kuvvetlerine şiddetli bir saldırıya geçti.
Bunu haber almakta gecikmeyen Imparator, Menbiç´teki askerlerinden bir birliği, takviye amaciyle, Halep´in kuzeyinde saldırıya uğrayan Bizans kuvvetlerine yardıma yolladı. Türkmen ve Arap kuvvetleri bozkır uluslarının uyguladıkları savaş düzeninde olduğu gibi, saldırıp geri çekilmek suretiyle Bizans birliklerini yıpratıp ağır kayıplara uğratıyorlardı. Küçük çapta yapılan bu çarpışmalardan sonra Harun ve emir Mahmud askerlerine, Bizans kuvvetlerine kesin sonuç alabilmek amaciyle şiddetli bir saldırı emri verdiler.
Yapılan yoğun çarpışmalar sırasında Bizans kuvvetlerinin bir kanadı bozulup çekilmek zorunda bırakılırken, öbür kanat da çok geçmeden saldırıya dayanamayıp geri çekilmekten başka bir şey yapamadı". Bu çarpışmalar sırasında birçok Bizans askeri kılıçtan geçirildi. Menbiç´i daha yeni elegeçirmiş olan Imparator, Halep bölgesinde bıraktığı kuvvetlerin bu yenilgi ve bozgununu haber alır almaz, daima yanında bulundurduğu rapadokyalt birliklerle derhal buradan hareketle Halep yakınlarına gelip kondu.
Diogenes´in gelişini yakından izleyen Hârun ve Mahmud, hiç vakit yitirmeksizin onun karargahına ansızın saldırarak kuşatmayı başardılar. Burada Türkmen - Arap kuvvetleri ile Bizans askerleri aras~nda amansız bir çarpışma başladı. Kendisinin bizzat kumanda ettiği birliklerin de yenilgisi halinde durumun Bizans için sonderecede ciddileşeceğini anlayan Imparator, hemşehrileri .
Kapadokyalı askerlere sürekli olarak cesaret veriyor, onların morallerini kuvvetlendirmede büyük çaba gösteriyordu. Nihayet Diogenes, ılık bir havanın egemen olduğu 20 Kasım (1068) gecesi kuvvetlerini, sessizce ve büyük bir gizlilik içinde harekete geçirerek kendilerini kuşatmış olan Türkmen ve Arap askerlerinin çadırlarına saldırtarak bunları ateşe vermeyi başardı. Imparator kuşatılan kuvvetlerinin kurtarılmasını sağlaması bakımından sonderecede gerekli gördüğü bu harekatı sürdürmemiş, hattâ bozgun halinde kaçan Türkmen ve Arap askerlerini izlememe buyruğu vermiştir".
Kuşatmadan kurtulan Imparator, yeniden Menbiç´e gidip kuşatma savaş sırasında yer yer yıkılan kale surlarını´ onartmış ve buraya kumandan olarak Gürcü Apokapes-oğlu Pharesmancs Bestes´i bıraktıktan sonra Haleb´in kuzeyindeki Azâz kalesini almak üzere, harekete geçip kale önlerinde karargâhını kurmuşsa da bir yandan Türkmen - Arap kuvvetlerinin sürekli saldırıları, öte yandan ordusunda veba salgınının çıkması" ve ayrıca yiyecek sıkıntısının başgöstermesi nedenleriyle harekatın durdurmak zorunda kalmıştır. Bununla birlikte Diogenes, çok geçmeden Halep yörelerinde yiyecek sağlamak amaciyle birkaç yağma akınlarında bulunduktan sonra, daha önce Hârun´un feth ettiğini gördüğümüz Artah kalesi üzerine yürüdü.
Hârun ve Emir Mahmud, Türkmen ve Arap kuvvetleriyle onu karşıladılarsa da (1068/69) bozulup çekilmek zorunda kaldılar. Çok geçmeden Imparator Artah kalesini ve daha sonra da <İmm kalesini ele geçirmekte pek güçlük çekmedi .
e) Hârun ve Türkmenlerinin sonu
Yukarıda görüldüğü üzere, Hârun, daha önce işbirliği yaptığı Halep Emiri Atiyye´nin ihanetine uğradıktan sonra Halep Mirdasi tahtuun öteki müddeisi emir Mahmud ile birleşerek onun Haleb´ i ele geçirmesini sağlamış ve daha sonraları, gerek Bizanslılar, gerekse Mahmud´un öteki düşmanlarına karşı onunla birlikte bütün savaşlara katılmış ve kazanılan başarılarda büyük hisse sahibi olmuştu.
Emir Mahmud, halkın kuşku duyması nedeniyle Hârun ve Türkmenlerinin Halep´ te oturmalarına izin vermeyip onlara, Ma´arretünnu´man´ı ıkta olarak vermişti. Fakat bu kent halkının da isteği üzerine Mahmud, Hârun´a adı belirtilmeyen başka bir yeri ıkta etmişti. Bununla birlikte Hrun´un askerleriyle Ma´ arretünnu´ man´ dan ayrılıp yeni ıkta bölgesine gidip yerleştiği hususu, kaynaklardaki bilgilerin yetersizliği nedeniyle kesinlik kazanamamaktadır.
Ibnü´l- Adim´deki bir kayda göre, Ma´ arretünnu´ man yakınlarındaki Usfuna kalesi sahibi Hüseyin b. Kâmil´in bu yörelerde yoğunlaşan Türkmen akınları nedeniyle bu kaleyi ve kendi yönetiminde bulunan öteki yerleri Fatımi nâiplerine vermek zorunda kaldığına bakılırsa, sözkonusu bölgede harekâtta bulunan Türkmenlerin Hârun´un Türkmenleri olması kuvvetli bir olasılık taşımaktadır. Emir Mahmud ile işbirliği devresinde ıkta bölgesinde hiç bir yağma hareketinde bulunmayan bu Türkmenlerin, ancak Mahmud´un herhangi bir ihanetine uğramalarından sonradır ki, yağma eylemlerine girişmiş olabilecekleri düşünülebilir.
Nitekim Sıbt´taki bir kayda göre", Hârun, daha önce ihanetine uğradığnı gördüğümüz Atiyye ile birlikte Mahmud´u da öldürmek amaciyle, Haleb´ e birkaç kez saldırıda bulunmuş, fakat başarılı olamamıştır. Emir Mahmud´un hizmetinde de kendini ve adamlarını güvence altında görmeyen Hârun, athlariyle birlikte Mahmud´dan ayrılıp, vasalı bulunduğu Mısır-Fatımelerine karşı Sur kentinde ayaklanarak yönetimi ele geçiren Kadı Aynüddevle Ebu´lHasen b. Elyez Ukayl´e gidip bu kez onunla işbirliğine başladı. Aynüddevle, isyan halinde bulunduğu Fahmi devletine karşı kuvvetli bir durumda olmak için Hârun ve Türkmenlerine sonderecede iyi davranmış ve onlara pek çok lütuf ve ihsanlarda bulunmuştur.
Bu sıralarda Mısır - Fahmi halifesi el-Mustansır, Aynüddevle´yi yola getirmek kin bu sıralarda Akkâ valisi olan Bedrülcemâl i´yi görevlendirdi. Harekete geçen Bedrülcemâl L, Sur kentini şiddetle kuşatarak sıkıştırmaya başladı. Çarpışmalar sırasında Hârun, bir kısım kuvvetleriyle Aynüddevle´nin saflarından ayrılıp Bedrülcemâli´ye katıldı. Onun bu hareketi karşsında bazı Türkmenlerle ilişki kurmayı başaran Aynüddevle onlara : "Beyiniz Hârun´a nekadar iyilikler yaptığımı, pek çok mal ve paralar verdiğimi biliyorsunuz, o ise, kendisine yaptığım bu iyilik, lütuf ve ihsanlara karşılık bana dürüst davranmadı, ihanet etti. Eğer sizler onu öldürecek olursanız, istediğiniz kadar para vereceğim" demek suretiyle onları, beylerini öldürme eylemine girişmeleri hususunda kışkırttı.
Aynüddevle´nin bu parlak vaadine aldanan iki Türkmen, bir fırsatını bulup Hârun´un üzerine çullanarak onu öldürdüler ve başını kesip Aynüddevle´ye getirdiler. Kesik baş kent içinde dolaştırılarak halka gösterildi. Aynüddevle´nin yanında bulunan bir kısım Türkmenler, onun, beylerine karşı düzenlettirdiği bu silikast eylemi nedeniyle onu terkedip kenti kuşatmakta olan Bedrülcemâli´ye katılmışlardır (H. 462/63 = 1070/1071).Hârun´un kendisinden ayrılması nedeniyle, ciddi bir duruma düşen Aynüddevle, Filistin Türkmenleri´nin başbuğu Kurlu Bey´i yardıma çağıracak ve böylece BedrülcemâlVnin kuşatmasından kurtulacaktır.
olarak ifade edilebilir ki, Bizans egemenliğindeki Anadolu´da Selçuklu istilâ, fetih ve yerleşme eylemlerinin bütün şiddetiyle ve aralıksız olarak sürdürüldüğü sıralarda, Halep bölgesi Arap Mirdasi emirlerinin taht çatışmaları dolayısiyle, çağrı üzerine, az bir Türkmen atlısı ile Suriye´ye gelme olanağı bulunan Han-oğlu Hârun, bu ülkede bölgesel olarak bazı geçici roller oynamıştır. Bununla birlikte Suriye ve Filistin´in Selçuklular tarafindan fethi ve bir devlet kurulması, yine Türkmen kökenli bir Emir olan Uvak-oğlu Atsız´ın her iki ülkedeki başarılı askeri harekâtı sonucunda gerçekleşecektir".
kaynak
M. H. Yınanç (Türkiye Tarihi, Selcukulular Devri, L Anadolu´nun Fethi, istanbul 1944, s. 60
Ibnül - Adim (Zübdettil - Haleb I, 294),
E. Honigmann, Die Ostgrenze des Byzantinischen Reiches. Bruxelles 1935.
Türkçe Çev. Fikret Işiltan, Bizans Devletinin Doğu Sınırı. istanbul 197o; M.. "Sugür ve Avdstm" maddeleri.
Sıbt, s. 122; CL Cahen, La Prennire Pdnitration Turque en Asie - Mineure (Byzantion, XVIII, 1946-48), S. 26.
KUZEY- SURIYE´DE GÖRÜNEN ILK TÜRK EMIR´ HAN-OĞLU HARUN ALİ SEVIM
|